1. BÖLÜM (Cezaevi Günleri)

1. BÖLÜM

  • İsmail Konyalı! Hazırlan Müdür Bey seni çağırıyor. (Gardiyan)
  • Acep ne için çağırır? Bi kusur mu işledik?
  • Yav İsmail Çavuş senin mazlumluğunu biliriz, bi de kusurdan bahseden, hadi kalk da fazla beklemeyelim, işte o zaman kusur işlersin. (Gardiyan)
  • Gel İsmail, otur. Bacağın nasıl oldu? Ağrılar arttı mı?
  • Sağ olasın Müdür Bey. Günün güncellenmesi daha da şiddetli ağrılar olmakta. Kesin diye kesmiyolar, insan hiç bacağını kestirir mi? Varın siz düşünün bunun yansıması. Bazen diyeyim firara kalkışayım vursunlar, o da bi kurtuluş acılardan olur.
  • İsmail seni tahliye eder. Acının büyüklüğünü biliyor cezanı da doldurdun sayıyoruz. Doktorun bu yönde de rapor vermesi için çıkışını yapabilecek dedik. Hazırlan çıkışını yapabilirsiniz. Senin bu damda ödemeler ödenemez İsmail. İsyanlarda gösterdiği çaba, diğer mahkumlar üzerinde kurduğu diyalog bizim için değerliydi. Vardır bunda da bir hayır elbet be İsmail Çavuş, ölmeden iyidir ne derse?
  • Vardır Müdürüm. Tıp zati ilerlemiş diyolar, bi hakı yolları umarım girer.
  • İnşallah İsmail paraya helal et, biz senden razıydık, Allah da senden razı olsun hakkım sana helaldir.
  • Helal olsun yöneticim siz bana bi hayat bağışladınız yerden göğe kadar helal olsun.

Bahtı kara Aliye'm, onca çocuğu tek başına yettin büyüttün, beni de burada darda koymadı, umarım hasret bitiyor. Çanakkale, Sakarya, 1. İnönü, 2. İnönü ve Büyük Taarruz da Atlı Süvari olarak Fahrettin Altay Paşa Komutası altında birçok savaşa katılmış ve atası biniş mahirliği ile birlikte atılmış, kurşunlar içerisinde gidebilmesinden dolayı da Çavuş lakabının yanında, Pire İsmail olarak da anılmıştır. Cumhuriyet kuruluşu uzun süren savaşlar bitmiş, köye gelip birçok kişi gibi sefaletini yaşamaktadır. İsmail, sakin, kimsenin müdahalesi, kıt kanaat geçim derdi ile insanın rızkı peşindedir. Savaşında verdiği derin acılar, sadece yürekte değil bacaklarda da birçok saçmalık nedeniyle da iyice zayıflamış olsa da da işin başındadır. Köyün verimli eklenebilir alanda üzüm bağları var. Muhtarlık tarafından burada bekleme görevi İsmail'e verilmiştir. İşini ciddiyetle, özveriyle yerine getirmektedir. Pireliği sadece askerde değil işinde de görülmektedir. İşinin başında, bir taraf ormanlık alan içerisinde sorumluluğu üstlenirken, bağlaşmalara duyarlıdır. Köyden üç kişi bağa girmek isterler. Devlet tarafından İsmail'e verilen yarı otomatik silahla ateş açma müdahalesi ister. Hırsızlıktan gelen vatandaşlar de silahlarını çeker. Hırsız gurup, İsmail'i de hedefe alır. Birisi İsmail Çavuşun isimleri olmayınca onu kaydetmemek istediğinde, hızlı bir hamleyle yere atarak yuvarlanıp kalkıyor. Mermiden kurtuldu, ancak ona yapılan ateş ile karşıdaki diğer hırsıza isabet eder. İsmail'in o kadar hızla mermiden kurtulması, gelecek merminin kendisine gelebileceğinin hesabını yapamamasındandır ki adam ölürken beni İsmail Çavuş vurdu. Demesiyle suçu da İsmail'e yıkarlar. Köylü yakıştıramaz ama o dönemde mazlum halk, İsmail'in özgürlüğünü savunamaz da. Mahkemede, kişiyi öldüren suç, İsmail'e atmalarını sağlamak için para ve altın alarak, yalan söyleyenler devam ediyor. Öyle ki otopsi raporu dahi istenmez. Suç İsmail de kalır. Akşehir Cezaevine gönderilir. Burada uzun süre yatan İsmail'in hakkı haksız yalanın bedelini öderken, geride kalan 6 çocuğu ve karısı yokluklar boyunca zorluklar yaşıyorlar. 

Aliye, en büyük oğlu 15 yaşında ve 11 yaşında olan Havva'ya, çocukları İsmail'i ziyarete gitmek ister. O yıllarda araç sağlar, hoş, olsa da araca cevap verebilir hiçbir parasının olmaması da ayrı bir güçsüzlük. Ya da eşle de gidemeyecek olması daha da zorlaştığı gidişi. İsmail'e kesinlikle gitmeliydi, oralarda kimsesiz komamalıydı, hem dizlerinde hem de birçok saçma, şarapnel ve kurşun yarası vardı, üstelik hastaydı. Yürüyerek Akşehir'e gitme kararı verdiğinde köyde durumu iyi olan birinden ayakkabı almalıydı. O ayakkabı yolda gitmek için değil, İsmail'in karşısına çıktığında İsmail onu keçe sarılı ayaklarını giymeyi kahrolmasındı tüm çabası. Ayakkabıyı ama komşusunun ayakkabısının en ufak zarar görmesi durumunda ödeyeceğini de söylemesi üzerine büyük bir hazineye sahip olanların bakımında çıkmanın en güvenli yerde saklanmasına sebep olmuştu. Bir sabah erkenden yola çıktı Aliye iki gün sonra Akşehir'e ulaşıp ceza evi kapısına geldi. İsmail'i ile demir parmaklıklar tel örgüsü arasında görüştü. İsmail safra ayakkabılarını görmedi. Özlemek, eşyaya mı baktırır, yoksa gözlere mi? Zaten buğulanmış gözler yüreklere dokunur ki sevdanın özlemidir bu. İsmail'e dokunamadı, çok kısa süren görüş hemen bitmişti. Diyeceği, soracağı çok şey vardı. Aliye ağlayarak korumayı korumak için çıkartıp, keçelerini dayanıklılığına geçirir. Tutar köyünün yolu, iki gün sonraki köyündedir Aliye, ama yüreği Akşehir'de kalır. Zaten bir daha gidebilme dermanı kendinde bulamayarak uzun süre geçen zaman içinde çocuklarını büyütme pazarlığı ile atılan iftiralara sadece ahlar ve vahlar vardır. Daha fazla ceza bitmeyen İsmail yıllar sonra bir gün Köye çıkar, herkes şaşırmıştır. Oğulları boyunca en büyük kızı evlenmiş. Sarılmışlar ağlamışlar o gün sabaha kadar, bazen ağlamışlar bazen sevinçle de olsa hep hayal kırıklığı yaşamış sel olmuş. Aliye nasıl olurda böyle bir şey olur diye soramamış. Müebbet hapis cezasının bir açıklaması vardır, o da firar, ama onu da konduramamış İsmail'e. Birkaç gün aradan sonra İsmail gerçeği söyleyivermiş ''ben kangrenim ölümüm bekleniyor, bölmemdeki kurşunlar ve şarapnel parçası nedeniyle beni saldılar'' demesi daha da bir acı salmış yüreklerine. İsmail standardı şartlarında iyice zayıflamış ve solmuş bir şekilde, birde böyle bir hastalık yıkılmış tüm aileyi. Önce Konya da tedavi alınsa da narkoz kullanılmadan, önce idrarın birini, ilerleyen günlerde diğerini kesmişler. Kesilme anını şu şekilde anlatırlar; ''Alaaddin tepesi ve bölgesel, acının feryadından oluşmuştur. Başlarında duranoğulları kilometrelerce kaçarak uzaklaşmış acının içlerindeki dayanılmaz gücünü taşıyamama durumu gelip babalarına bir şey yapmamanın ezikliği ile ağır yansımalara girmişlerdir.'' Babalarını köye uzatklarında asıl feryadın tüm Sultandağları'nı saracağını bilmiyorlardı. Aliye napardı ne ederdi, korkular korkular, sürekli bir çile dolu hayat.İsmail fazla yaşamadı yaşayamadı bu bahttı bu kaderdi boyun eğmek gerekiyordu ki öylede oldu. O Acı günler içerisinde, Aliye'si ve İsmail evde yaralarını sararken; vuran genç ve ailesi İsmail den helallik istemeye gelmişler. İsmail "Ben Allah'ın indinde suçsuzum, devlet ceza verdi. Cezamı çektim, dolayısıyla devlet indinde de suçsuzum. Şimdi benden helallik süreci. Hadi ben affettim, ama o 6 tane sabinin parayı kimden alacağız, onlar istikrarı helal tutacakler mi? Bizim hesabımız mahşere kaldı" diyerek adaleti beklemeyi tercih. İsmail cezaevindeyken; Büyük kızı Havva'yı köyün ağasına verildi kuma olarak, belki gün yüzü gördükten sonra. Önce Ali'nin ve hemen ardından Mehmet'in askerinde mahpushanedeyken haberlerini aldı. Osman'ın zaafı vardı, kendi mücadelesini veriyordu. Halil ve en küçük İbrahim ise seslerinin güzel olması nedeniyle eğitim alarak Kuran Kurslarında öğretici olarak görev yapmışlardır.